Ticari davalar ile ilgili son dönemde yapılan yasal düzenlemeler, dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurmayı zorunlu hale getirmiştir. Ancak, her ticari davada bu zorunluluk bulunmamaktadır. Özellikle kambiyo senetlerine (bono ve çek) dayalı menfi tespit davalarında arabuluculuk dava şartı olup olmadığı, Yargıtay’ın farklı kararlarında ele alınmıştır. Bu makalede, Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2020/2891 Esas ve 2021/4366 Karar sayılı kararı incelenerek, bono veya çek kaynaklı menfi tespit davalarında arabuluculuğun dava şartı olup olmadığı tartışılacaktır.
Menfi Tespit Davası ve Ticari Dava Niteliği
Menfi tespit davaları, borçlu olmadığını iddia eden bir kişinin, borçlu olmadığının tespit edilmesi amacıyla açtığı davalardır. Bu davalar, genellikle bir miktar paranın tahsilini içeren alacak davalarından farklıdır. Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin incelediği somut olayda, davacı, bir bono nedeniyle borçlu olmadığının tespit edilmesi talebiyle dava açmıştır. Ancak, davanın konusunun bir miktar paranın tahsili olmaması, bu davanın klasik bir ticari alacak davası olmadığını göstermektedir.
Arabuluculuğun Dava Şartı Olması Koşulları
6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu’nun 5/A-1 maddesi ve 6325 sayılı Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesi uyarınca, ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulması dava şartıdır. Ancak bu hüküm, sadece alacak ve tazminat davalarını kapsar. Menfi tespit davası ise borçlunun borçlu olmadığını ispat etme amacı taşıdığından, bir miktar paranın ödenmesiyle ilgili bir dava değildir. Bu nedenle, Yargıtay’a göre menfi tespit davalarında arabuluculuk dava şartı olarak uygulanamaz.
Yargıtay Kararının Değerlendirilmesi
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin kararında, menfi tespit davalarının, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak veya tazminat davası olarak nitelendirilemeyeceği açıkça belirtilmiştir. Mahkeme, menfi tespit davası sonucunda borçlu olunmadığının tespit edilmesi halinde, bu tespit kararının İcra ve İflas Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca cebri icraya konu edilemeyeceğine vurgu yapmaktadır. Bu nedenle, menfi tespit davalarının, dava şartı olan arabuluculuk uygulamasına tabi olmaması gerektiği sonucuna varılmıştır.
Yargıtay, bu kararıyla arabuluculuk dava şartının genişletilmesine karşı çıkmış ve menfi tespit davalarının, arabuluculuğa başvurma zorunluluğu olmayan özel nitelikte davalar olduğunu belirtmiştir. Kanun koyucunun, arabuluculuğun kapsamını bilerek sınırladığı ve bu sınırın menfi tespit davalarına uygulanmaması gerektiği ifade edilmiştir.
Sonuç
Yargıtay 11. Hukuk Dairesi’nin 2021/4366 sayılı kararı, bono ve çek gibi kambiyo senetlerine dayalı menfi tespit davalarında arabuluculuk dava şartı aranmayacağını açıkça ortaya koymaktadır. Bu karar, arabuluculuk dava şartının sadece belirli türdeki ticari davalara uygulanabileceğini, menfi tespit davalarının ise bu kapsama girmediğini göstermektedir. Bu durum, hem tarafların haklarını daha hızlı savunabilmelerini sağlayacak hem de hukuk sistemindeki arabuluculuk uygulamasının sınırlarını belirginleştirecektir.
KARARIN TAM METNİ
T.C.YARGITAY
ONBİRİNCİ HUKUK DAİRESİ
Esas : 2020/2891
Karar : 2021/4366
Tarih : 24.05.2021
MAHKEMESİ : BÖLGE ADLİYE MAHKEMESİ 3. HUKUK DAİRESİ
Taraflar arasında görülen davada Erzurum Asliye Ticaret Mahkemesince verilen 14/01/2019 tarih ve 2019/12 E. – 2019/16 K. sayılı kararın davalı vekili tarafından istinaf edilmesi üzerine, istinaf isteminin esastan reddine dair Erzurum Bölge Adliye Mahkemesi 3. Hukuk Dairesi’nce verilen 27/03/2019 tarih ve 2019/531 E. – 2019/549 K. sayılı kararın Yargıtay’ca incelenmesi davalı vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Dava, bonoya dayalı menfi tespit talebine ilişkindir.
Davalıya dava dilekçesi tebliğ edilmemiştir.
İlk Derece Mahkemesince, 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu 5/A-1 maddesi ve 6325 sayılı Arabuluculuk Kanunu’nun 18/A maddesi gereği, arabuluculuğa başvurmadan dava açılmış olduğu gerekçesiyle dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmiştir.
Karara karşı, davalı tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.
Bölge Adliye Mahkemesince, somut uyuşmazlıkta, davanın kambiyo senedine dayalı açılan menfi tespit davası olduğu, kambiyo senetlerinin Ticaret Kanunu‘nda düzenlendiği, bu tür davaların TTK’nın 3 ve 4/1-a maddeleri uyarınca ticari dava niteliğinde olduğu, ticari davalarda konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat talepleri hakkında dava açılmadan önce arabuluculuğa başvurulmuş olması dava şartı olarak kabul edilmiş olup tarafların arabulucuya başvurmadığı anlaşıldığından mahkemece dava şartı yokluğu nedeniyle davanın usulden reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik görülmediği gerekçesiyle davalının istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Bir ticari davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olmasının dava şartı olabilmesi bazı koşulların gerçekleşmesine bağlıdır. Buna göre; (a) Öncelikle konusu, bir miktar paranın ödenmesi olmalı, (b) Sonra dava konusu olan bir miktar paranın ödenmesi için yapılan talep, bir alacak veya tazminat talebi olarak ileri sürülmelidir. Bu koşulların bulunması halinde dava açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olacaktır. Bu koşulların gerçekleşmediği ticari davalarda davanın açılmasından önce arabulucuya başvurulmuş olması, dava şartı olarak kabul edilmeyecektir.
Kanun maddesinin metni ve gerekçesi bu kadar açık ve net olup zorlamayla da olsa genişletici bir yorum yapılmasına elverişli değildir. Zaten ileri ve özgürlükçü hukuk düzenlerinde zorunlu ve emredici kuralların dar yorumlanması esastır. Menfi tespit davalarının ticari bir dava olduğu için TTK’nın 5/A maddesi kapsamına alınması ve böyle bir davayı açmak isteyen kişinin önce arabulucuya başvurmaya zorlanması, kanuna aykırı olduğu gibi sayısız hukuki sakıncalara da neden olacaktır. Bu itibarla kanun hükmünde öngörülen açık ifadelere rağmen dava şartı arabuluculuğun uygulama alanının genişletilmesi doğru değildir.
HMK’nın 106. maddesinde düzenlenen tespit davasının özel bir şekli olan menfi tespit davası, konusu bir miktar paranın ödenmesi olan alacak ve tazminat davası olarak nitelendirilemez. Bu dava sonucunda, borçlunun borçlu olmadığının anlaşılması halinde borçlu olunmayan kısım belirtilmek suretiyle olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Menfi tespit davasının istirdat davasına dönüştüğü hâllerde dahi olumsuz tespit hükmü kurulması gerekmektedir.
Başka bir deyişle, menfi tespit davasının niteliği gereği verilen kararlarda, yalnızca davacının borçlu olup olmadığı belirlenmekte, borçlu olmadığı kısma ilişkin olumsuz tespit hükmü kurulmaktadır. Bu hüküm, herhangi bir alacağın tahsilini gerektirir nitelikte bir ilam olmadığından esasa yönelik olarak İİK’nın 32. maddesi uyarınca doğrudan ilamların icrası yolu ile takibe konulamaz.
Oysa arabuluculuk sonucu verilen kararlar ilam hükmünde olup, cebri icra yoluna başvurulabilecek niteliktedir. Ancak menfi tespit davaları sonucunda verilen hükümler esasa yönelik olarak cebri icraya konu edilip infaz edilemeyeceğinden, ticari davalarda arabuluculuğa başvuruyu dava şartı olarak öngören madde hükmünün amaçsal yorumundan Yasa Koyucu’nun bilinçli olarak menfi tespit davalarını arabuluculuk dava şartına tabi tutmadığı anlaşılmaktadır. Bu durumda mahkemece arabulucuya başvurulmadığından davanın dava şartı yokluğundan reddine karar verilmesi doğru görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda açıklanan nedenlerle, davalı vekilinin temyiz isteminin kabulü ile İlk Derece Mahkemesince verilen karara yönelik istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının BOZULARAK KALDIRILMASINA, HMK’nın 373/1. maddesi uyarınca dava dosyasının İlk Derece Mahkemesine, kararın bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, ödediği peşin temyiz harcının isteği halinde temyiz eden davalıya iadesine, 24/05/2021 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.